İnsanın fiziki varlığı gibi ruhsal varlığı da besinlere ihtiyaç duyar.
Gelişmeye, yenilenmeye, sağlıklı besleme gereksinimi vardır.
Vücudun bütünlüğünü koruyan doku yapısı, hücreler, kan damarları, dolaşım sistemi, genetik şifre, sistemsel işleyişin koordinasyonunun bedensel hayat için önemi ne ise, insanın fikir yapısının ve his dünyasının uyumlu etkileşimi ve gelir gider dengesi de o derece, belki de beşeri yaşam koşullarını sağlayan unsurlardan daha fazla önemlidir.
Her iki beslenme şekli de donanımın gerçek tasarımına ve ihtiyaçlarına uygun olmaz ise genel işleyiş ve denge sağlığı bozulur.
Örneğin insan aklının öğrenme, kavrama, düşünme, analiz edebilme, farkındalık, fayda ve zararı ayrıştırabilme, olumlu çıkarcılık, pozitif çekince, yapıcı irade gibi özellikleri ilim ve bilim yönünden gıdasız bırakılırsa; akıl duyusu, korku, endişe, çelişki, çatışma, bencillik, peşin tatmine dayalı bir şekle bürünerek sahibi karanlıklar içerisinde bırakır.
Yine insanın duyularının merkezi olan ve bedendeki fiziksel kalbin ismi ile de anılan, kalp yapısı; estetik, güzelliği görebilme, zarafet, nezaket, tevazu, sevebilme, şefkat, ümit, saygı gibi değerlerini koruyamaz ise; karamsar, sıkıntı dolu, kaba, merhametsiz ve sevgi yoksunu bir yapıya dönerek, sahibinin hayatını zorlaştırarak yaşam enerjisini tüketir ve onu hem kendine hem de başkaları için zararlı bir birey haline getirir.
Ve insan doğasının en önemli varlık kaynaklarından olan ve aslında tüm iyilik ve güzelliklerin algısal ve yaşamsal bilincini oluşturan vicdan denilen duyu ise, kendi özelliğinden uzaklaşarak, içsel kimyasında bulunan niteliğin değerini yitirirse, kendi gerçeğini kaybederek tüm duyusal sistem işleyişini n çöküşüne neden olur. Böylelikle insan tüm duyu ve fikir bağlarını kaybederek, adeta bilinç anlamında konuşabilen ve hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen bir hayvana döner.
Böylelikle temel duyguların alt bileşenleri olan birçok duygu işlevsel özelliğini yitiren insanı, kendi hazlarına yönelik bedensel gereksinim gideriminin önceliğini kanıksamış ve duyusal açlığını fark etmeyen, hayat dair hiçbir fikri olamayan, kendini tanımayan, tüm dış etmenlerin etkisi altına kolayca giren, düşünebilme yetisini kaybetmiş bir şahsiyet beklemektedir.
Bütün bunların yanısıra gerçek yönetimi elinde tutan ruhsal hâkimiyet ve direnç merkezi, etkileşim ve oluşumların birleşen kütlesinin ağırlığı altında yenilgiye uğrar ve enkaz altında kalan bir duygunun ölümü ve birçoğunun da hasar alması gerçekleşir.
Tüm bu yıkımı engelleyebilmenin tek yolu, insan duyusal donanımın hangi his ve bu hislerin yönetim merkezlerinin bilinmesi ile doğru diyet uygulamalarının yapılmasıdır.
Eğer insanın gerçek ihtiyaçlarının edinimine yönelik iradesi deneyim ve incelik kazanırsa, kalbi, vicdanı, ruhu ve bu odak noktalarına bağlı duygularda ona ayak uyduracaktır.
Örneğin;
Bilgi ve bilgelikle gelişmiş ve farkındalık ve doğru ile yanlışı ayrıştırma kabiliyet ve yetisine sahip bir şekilde olgunlaşmış bir aklın bilgelikle doyuma ulaşması, sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu gösterir.
Yine insanın duyusal bilinci anlamına gelen ve hislerinin toplandığı ve bir anlamda akıl ile koordineli bir işlevselliğe sahip kalbin, özünde bulunan iyilikler ve güzelliklere ait değerlerini koruyan bir bakış açısıyla göstereceği duruş ve davranış titizliği; zararlı ve kötü düşünce ürünü olan karamsarlıkların içine girmesine, ümit yoksunu çelişkili kuruntuların taşıdığı negatif içeriklerinin yapısal formunu bozmasına izin vermeyerek duygu durum kaynağının varoluşsal estetiğini olumsuz etkileşimlerden uzak tutabilir.
Ve yine insan doğasının en önemli içsel duyargası olan ve varoluş gerçeğine ait tüm niteliğin asli özelliği ile insanın hakikatini buluşturma üzerine canlılık gösteren vicdanın sağlığını sürdürebilmesi, aklın ve kalbin pozitif bağlamda yapacakları işbirliği ile mümkün olabilir.
Bu nedenle, akıl ve kalbin; duyusal hayatın arka plan arayış yazılımı olan vicdanın kendi gerçeğinden uzaklaştıracak şeylerden ilgisini çekerek özgün yapısının bozulmasını engelleyecek bir refleks ve bilince sahip olması ciddi önem taşır.
Çünkü:
İşlevsel niteliğini kaybeden bir vicdanın insan doğasındaki uyarıcı etki alanından çıkması, hem aklın hem de kalbin içsel tutulma ve durmasını netice verir. Böylelikle akıl, idrak ve sağduyusunu, kalp ise acıma ve merhamet bileşenlerine yönelik sezilerini kaybeder.
Evet, insanın anlam ve içsel ölümü vicdana ait hayat ışığının sönmesi ile gerçekleşir.
Yukarıda-konu ile ilgili olarak- insan doğasında var edilmiş akıl, kalp ve vicdan adında üç merkez yapının özellik ve işlevselliği hakkında kısaca bilgiler verilmiştir.
Bu bağlamda son olarak yönetimsel gerçeklik, etkinlik ve yetkinliğe sahip ve bütün duyusal ve fiziksel sistemin güç aldığı ve dayandığı ruhun durumuna çok kısa bir şekilde değinelim.
Şöyle ki;
Ruh denilen ve hayatın bilinçli yaşam enerjisini oluşturan, fiziksel ve duygusal anatominin beslendiği, tutunduğu var oluş kaynağı, insan doğasında tarafsız bir konumdadır.
İnsanın tercihsel yaşayış tarzı ve konumuz özelinde söz edilen beslenme şekli ile yapılanmış durumuna bağlı olarak biçimlenir.
Eğer akıl, kalp ve vicdan için uygun bir diyet uygulanmış veya onarın gereken noktada müdahale edilmiş ve işleyiş süreçleri doğru yönlendirilmiş ise, ruhun sağlığından söz edebiliriz.
Bunun dışında doğru bir beslenme gerçekleşmemiş, duyular doğasına uygun olmayan gıdalarla doyuma ulaştırılmaya çalışılmış ise çarpık ve sorunlu bir yapı ortaya çıkacaktır. Bu yapı çarpan etkisi ile geniş bir yaşam alanını olumsuz bir şekilde etkileyecek ve çok yönlü psikolojik deformasyonu sonuç verecektir.
İnsanın ruhsal açlığı, bedensel tatmin gereçleri ile asla giderilemez. Yine insan düşünsel açlığı ve sorgulama gerçeği, erteleyici önlemlerle baskılanamaz.
Dolayısıyla varoluşsal doğal tepkiler, eğlenceler, fanteziler, sanal gerçeklik oluşumları, çeşitli uyuşturucu gündem materyalleri, şehvet ve öfke tetikleyici etmenler gibi yapay önermelerle durdurulamaz.
Bu bağlamda sosyo-psikolojik problemlerin doğuşu suni müdahaleler ile engellenemeyeceği ve engellenemediği gerçeği açıkça ortadır. Bir anlamda hakikat bilgisinin yoksunluğundan türemiş geleneksel bilinçle yapılan bu dayatmaların hiçbir karşılık bulmadığı ve bulamayacağı, mutlu insan ve toplum oluşturamadığı ve oluşturamayacağı net bir şekilde izlenmektedir.
Yani akıl kendi realitesini,
Kalp varoluş hakikatini,
Vicdan irdeleme ve gerçeği bulma amacını, yaratılış niteliğini bütünüyle yitirmeden terk etmeyeceği bilinmelidir.
Varoluşa ait doğal gereksinimler; nesnesel ve milli tedarik unsurları, sonradan oluşmuş kısıtlı deneyim birikimlerinden karşılanmaz. Sofistik bireysellik içeren tespit verileri geneli kuşatan çözümler barındıramaz.
……
Evet, İnsanın genel varoluş evreleri, gelmiş, hazır zaman ve geleceğine ait tümsel sağlık durumu ruh sağlığı ile ilgilidir.
Bu nedenle insan, varoluş bütünselliğinde tüm duyguları arasındaki organik bağlılığı ve etkileşimi temin edecek yaşamsal nitelik ve sinerjiyi meydana getirmek için, olumsuz gelişim ve girişimlere iradi bir istenç ve kararlılıkla direniş göstermesi ve ifade edilen donanımsal içeriğin sağlıklı ve istikrarlı yönetimi bağlamında ruhsal dinamizm ve enerjiyi oluşturacak bir manevi diyet programını uygulama zorunluluğunu göz önünde bulundurması kaçınılmaz bir gerçektir.
Murat Safitürk