İnsan doğası itibariyle çok yönlü bir varlık,
Ortada kalamayacak kadar değerli,
Sabit duramayacak kadar hareketli,
Bitmeyen arayışlara sahip ve düşünceli,
Değişken ve tatmini zor,
Gördüğü ve ilgilendiği her şeyle bir şekilde bağlı,
Etkileşime açık,
Çelişkili,
İstekli,
Bazen kazanan, bazen de kaybeden,
Üzüntüler sevinçler, ümitler korkular yaşayan,
Dönemsel evreler ile gelişen, büyüyen ve yaşlanan,
Hayat yolculuğu mutlaka son bulan,
Dünyadan ayrılmak üzere ömür süren,
Tüm yaşam serüvenini an be an kendi belleğine kayıt eden bir garip yolcudur.
Bireysellikten toplumsal yaşantıya kadar bu özellikler bir biri içinde girift ilişkiler meydana getirir.
Arzular, amaçlar, hedefler, edinim usulleri, çıkarlar, çatışmalar, inançlar, EGOmanyalar, hırslar, düşmanlıklar, tutkular gibi birçok işlevsel eğilim ve gerçekleşen eylemler kaotik bir döngüyü oluşturur.
Yani insanın özellikleri ve özelliklerini sergiledikleri alanlarda ki varlık iddiaları hem problemleri, hem de cevapları aranan soruları ortaya çıkarır.
Neden ?
Niçin ?
Nereden ?
Nereye ?
Sonuçlar gibi temel ilgililiğin sorgulamaları yine insanın donanımına ait fikirsel eğilimdir.
Çünkü insanın fiziksel yapısının dışında olan ve insanı insan olarak tanımlamaya yarayan tek gerçek onun soyut hakikati ve manevi varlığıdır.
Bu manevi yapı her ne kadar bir muamma şeklinde algılansa da aslında çözümlenmeye uygun denklemlerin bileşen bütünlüğüdür.
İnsana ait konuları, gerek antropolojik gerek bağlı bilim dalları ve felsefi alanlarda ele alma biçimi kendi özelinde kategorik sınıflandırmayı zorunlu kılar.
Ve aslında her dal ; “BANA GÖRE BÖYLE” … bağlamında litaratür oluşturur. Ve bu çıktılar KENDİNE GÖRE doğruları barındırır. Ve bu doğrular içinde hakikatten iz düşümleri de vardır.
Ancak bu noktada ihtiyaç olan analitik geçek, tanım ve ortaya koyulan iddianın kuşatıcılığıdır. Yoksa belirli kültürlerin arasında sıkışıp kalmış, kronik kavramlar ile gelişim, dönüşüm ve entegrasyon süreçlerini tamamlayamamış çıkarımlar sadece mevcut durumu korumak adına didaktik önermelerden öteye gidemez.
Bu durum ise hiç kimse için bir mutluluk, tatmin ve kanaat noktası oluşturamaz.
Dolayısıyla literatür sahip ve varislerinin, gerçek mantığa dayalı sorumluluk ve adalet duygusu ile davranarak yetersizliklerini kabullenmeleri gerekmektedir.
Yine aynı insaf ölçüsü ile insan ve insanlığın mutluluğunu temin edebilecek hakikati ön yargısız aramaya devam etmelidirler.
İnsan ve insanlığa ait maddi ve manevi zayiatlar vicdani olarak kabul edilmesi imkânsız kayıplardır.
Soruların niteliği, cevaplarında niteliğini belirler.
Soruların niteliğini oluşturun temeller ise ihtiyaç duyulan bilginin insan doğası ile derin ilişkisidir.
Cevapların nitelik ve kalitesi de soruya uygun karşılık barındırması ve mantıktan duyguya, aklıdan tasavvur ve hayale kadar değerlendirilebilir ve kabul edilebilir netlik içinde olması ile belirlenir.
Yoksa öykülemeler, kutsallık atfedilen korku tünelleri ile sakındırma, fikir üretim ve gelişimini baskılayan aktarımları bezemenin koruyucu yaklaşımı sonucunda; hem bireysel hem de toplumsal düşünce ve değerlendirme yapabilmenin duyusal ve donanımsal yapısı bozulur ve nesilden nesile yozlaşan ivme ile geleceğe sirayet eden hastalıklı bir anlayış geni yok edici varlığını sürdürecektir.
Dolayısıyla sorular ve cevaplar, yukarıda söz edilen soru-cevap uyuşmasına bağlı olarak insanın yapısında olan sonsuzluk arayışına yol gösterebilecek özellikte olmalıdır.
İnsanın süreli dünya varlığını sonsuzluk ile bağlanması,
Oyalayıcı ve göz kapatıcı tüm aktarımlardan kurtulması,
Bütüncül bir yaşam ve hayat algısının oluşması, ancak kendi hakikatine doğru çıktığı keşif yolculuğu iledir.
PİKNOT yol arkadaşlığı, yaşama ait doğru sorular ve hayata dair derin arayışlara yöneliktir.
Murat Safitürk