Her milletin bir toplum kültürü vardır. Ve sosyal hayat bu kültürün literatürüne göre yaşanır. Değerler, prensipler, algılar, yönelimler, tepkiler bu besi kaynağına göre kendini gösterir.
İnsanların birbirleri ile anatomik benzeyişi, tüm değerlerin ortak olduğu anlamına gelmez. Toplumlar arasında farklılığın en bariz şekli milli dinamizmi oluşturan kültürel ayrışımlardır.
Halkların yaşam biçimi, milli kültürden edinilen etkileşime göre belirlenir. Birikim ve aktarımlar toplum karakterini oluşturur.
İnsanlar bu kültürden bilinçli alışverişten uzak olsalar da kalıtımsal olarak bağları devam eder.
Dünyanın iletişim ve etkileşim şartlarının erişilebilir olduğu alan, genel anlamıyla insanların bedenselliğine ait türdeşlik bağlamındadır. Yani bir tanıma göre insanlar organsal özellikleri ile birbirlerinin aynısı olduğu gibi, buna bağlı işlevsellik olarak da yerler, içerler, eşlerini bulur ve ürerler.
Bu durumun bir yaşam kültürü olduğundan söz edilemez. Dolayısıyla bu bağlamda etkileşim ve değişimin bir literatür niteliği yoktur.
Bu nedenle milli kültür ölçeğinde değerlendirilmeyen bu durumdan moda gerekçeler üreterek ruh beslenemez. Kalp yabancılık hissettiği bu dünyaya kapısına açamaz. Duygusal gelir, duyusal gideri karşılayamaz.
Onun için görenekle gelişen ilişkilerin isim benzerliğinin olması koşullar ve yapısal anlamda aynı anlama gelmez.
Örneğin üzülmek bir hissi gerçekliği ifade ederken, nedenleri çok farklıdır.
Yine bir ilişkiyi kaybetmek duygusu, bazı toplumlarda alternatif tercihlerle çabuk değişime uğrarken, bazı toplumlarda kabullenmesi çok zor olan ve tüm hayatı etkileyen bir sonuca sahiptir.
Yine bazı toplumlarda yolunda gitmeyen ilişkilerde eş değişimi bir sorun meydana getirmezken, başka toplumlarda ciddi yıkımlara neden olabilir.
Yani tepkiler başka başkadır. Bu nedenle formül olarak transfer edilmemelidir.
Her problem kendi toplumunun değerleri ile ela alınmalı ve kadim kültüründen faydalanarak çözülmelidir.
İlişikler de aynı değerlerle yapılandırılmalı ve aynı gerekçelerle sağlamlaştırılmalıdır.
Sonuçları itibariyle güncel olarak tartışılan sorunların kaynağı, tercih edilen yaşam tarzının ithal kültüre ait olması ve karşılığında ise bu kültürü kabul edememenin tepkisel durumu söz konusudur.
Örneğin, mantıksal olarak özgürlüğün bir hak olduğunu, insanların yaşam tarzları hakkında kendi karar verebilmelerinin doğallığından söz etseniz ve tezinizi ispat etseniz bile bir kıskançlık duygusu ile baş edemezsiniz.
Bu durum toplumsal boyuta indirgendiği ve genellediğinde birçok örnek durum görünecektir.
Bu bağlamda ilişki ve türlerinde toplumsal kültür göz ardı edilemez bir gerçektir. Başka kültürlerin etkileşiminden yola çıkarak tercihler oluşturmanın sosyal anlamda negatif durumu olmasının yanı sıra, bireysel anlamda da olumsuz etkileri fazladır.
Olumlu sonuçlar ve ilişkiler için hem sosyal anlamda hem kültür ve kültürle aktarılan kadim gelenekleri öğrenmek sağlıklı birliktelikler için önemlidir.
Bugün çok geniş bir alan yayılmış olan boşanma konusu milli kültürümüzde olmayan bir durum olmasına rağmen, gayet normalleşmiş ve kabul edilmesinde zorlanılmayan bir konuma taşınmıştır. Aile bireyleri bir zaman düşünülmesi bile kalbe ağır gelen bu durumu bugün anlaşarak uygulayabilmektedir. Sonuç itibariyle, bireylerin ön benlikleri birbirinden uzaklaşırken, toplumsal değerlerin erozyona uğramasıyla birlikte, yeni nesillere aktarılan örneklik durum ise olumsuz bir kimliğe bürünür.
Bu nedenle ilişkilerin tüm süreçlerinde milli ve yerli kalmak geleneksel olarak önemli olduğu gibi, yaratılış bağlamında fıtrat özelliklerine uygun prensipleri kabul etmek mutlu yaşam anlamına gelir.
Sonuç olarak;
İnsanların mizaç ve karakterleri ile sahip oldukları özellik ve duyguların değişimi terki pek olası değildir.
Bu bağlamda yapılan zorlamalar ve gerekli görünen önermeler geçici bazı değişim reflekslerini harekete geçirse de türbülans esnasında her şey yerli yerine geri döner.
Yaratılışa ait yasa prensiplerin de ise durum farklı ele alınır. Problem merkezinde sorun üreten duyusal yapıya devrim önerilmez. Zıtlık değişimi teklif edilmez. Mizaç özelliğine göre yapılması imkânsız olan şeyler söylenmez. Çünkü bu yaklaşımlar beklentiyi karşılamaz ve ümide dair tüm enerjiyi tüketir.
Bu nedenle onarıcı duyu yönetimi, mevcut durumun akışını kesmeden, pozitif tanımların yapıcı eğilime sağladığı destek kanatları ile negatif üretim kaynağının mecrasını değiştirerek verimliliği temin eder.
Murat Safitürk