Değerli şeyler pek ortalıkta bulunmaz.
Kolaya erişim, sanki gizli bir hazinenin önünde insanın isteklilik seviyesini sınayan öncül bilinç tuzakları gibidir.
Hayata yönelik anlatılar ve asırdan asıra devreden öğütler, gerektiğinde ifa edilecek tercihsel eylemin doğru bir şekilde yapılabilmesi ile ilgilidir.
Bilgelik ve deneyimin yapısında olan yükümlülük bilinçli görevsel aktarımlar, insani bağlamdaki türdeş etkileşimin bilgi, ilim, akıl ve doğru nakil niteliğini korumak içindir.
Ve tecrübe ile kanıksanmış, yaşayarak kavranmış olan birikimlerin bazen de şefkat gibi duygusal nedenlerle paylaşılmak gibi bir özelliği vardır.
Çünkü hayatı duyarlılık ve diğerkâmlık ile yaşayan gerçek insanlar zarar gördükleri şeylerden başkalarının zarar görmemesini, yarar elde ettikleri şeylerden ise başkalarının da faydalanmasını isteyen erdeme sahiptirler.
Ve tüm canlı ve cansız varlıklar arasında çok yönlü şekilde gerçekleşen yardımlaşma, varoluş doğasına ait tabii işlendirme ve güdüsel bir meyil yönetimidir.
Bununla birlikte akılcıl ve evrensel barış niteliğine sahip felsefi uyarıların bir kısmı da hayatın öz varlığına olan saygıdan dolayı gerçekleşir. Ve ortak yaşam sakinlerinin de haklarının gözetildiği bir şuur tepkimesi olarak kendini gösterir.
Buradaki sistemik gaye, kendi var oluşsal haklarını gözetmek ve bilgisine eriştiği varlıkların sorumluluğunu hissetmekle ilgilidir. Onun için ilmin ve bilimin gerçek varis ve sahipleri yaşamın varoluş ve sonrasına ait kutsallığına yönelik birikim ve gelişim süreçlerinin bilgisi ve yönetimine talip olmuşlardır.
Evet, bu yüklenilen görev; İnsani kuramsal ve kalıtımsal uyarılar ona karşı ilgi ve duyarlılığı olanlar ile ilgili olup, paydaş varlıklar bağlamında yaşam hakkının korunması gibi bir misyonun da güç kaynağını oluşturur.
Yoksa yaratılışsal seçkinliğin doğasında süregelen bu reaksiyonun, farkındalık oluşumu ve algı gelişiminin gerçekleşmediği bireylerin tatmin edilmesi, hakiki insanlara ait kıymet kazanımlarını, layık ve alıcı olmayanlar arasında üleştirmek gibi bir amacı yoktur.
Çünkü cehalet ve inatlı ayak direyişleri ilimsel kurallarda itibarsız olarak tanımlanmıştır. Ve bu ilgisizlik başkaldırışı, bilmek ve bilinmek denklemindeki üniversal teşekküle karşı sergilediği verimsizliği nedeni ile de değersizdir. Değersiz ve yozlaşmış şeylerle ilgilenmek, yanıt alınan çabalara oranla emek ve enerji kaybı olduğundan dikkate alınmaz.
Negatif anlamda kendi durum ve konumu benimsemiş ve bir hayat tarzı şeklinde kabul ederek özümsemiş ve de savunma mekanizması geliştirmiş insanların, iyi ve iyilik algısı ve farkındalık ölçüleri kendi alışkanlıklarına ait bağımlılıklarla oluşmuş rıza çeperi ile örülmüştür. Bu nedenle yanlarında hiç öneme sahip olmayacak, karşılık ve ilgi bulmayacak değer temelli olgu ve yöntemleri teklif etmek, amaçsal katkı stratejilerinde israf kabul edilir.
Çünkü muhatap tarafından iradi katılımcılığın sağlanamadığı hiçbir önermenin sonuca gitmesi mümkün olmadığı gibi, bu durum; var oluşa ait döngüsel iş planın işlevsel prensiplerine atanan;
- İhtiyaca bağlı uyumsal tedarik,
- İtirafa bağlı verimkâr özveri,
- Yönelimi karşılayan ilgililik ilkelerini harekete geçirici tepki meydana getirmediğinden kendi lehinde yatırım alamaz.
Evet, değerli şeyler, onların kıymetini anlayacak ve önemini takdir edebilecek ve emanet edilen sorumluluğu taşıyabilecek olanlara teslim edilir.
Bu noktada insana iki görev düşmektedir.
Söz konusu görevlerden birincisi, isteklilik ve girişim cesareti göstermek suretiyle, güvenli yüklenicilik liyakati kazanmak,
İkincisi ise, kendisine yönelip gelen bilgi ve deneyimlere karşı öğrenmeye açık , ilgi ve meraklılık bileşeninde anlayışa yönelik gelişebilen bir yeteneğe sahibi olmaktır.
Böylelikle insan kendini olumsuz etkileşim ve bilgisizlik sebebi ile tutsak olduğu bağımlılık ve de alışkanlıkların dolaylı ve gönüllü esaretinden kurtarabilir.
Bilinmelidir ki, istemli tutukluluk insanı tüketen en etkili mahkûmiyet türüdür. Nesnesel temas ve fiziki değinimde vazgeçemezlik, duyusal bağlamda ise aşırı tutkunluk durumudur.
Bu oluşum ilgi ve uğraşın bıraktığı izlerin derinliğine göre insanın his ve düşüncelerine işler ve ilişik unsurların tutunmasını güçlendirip etkinliklerini arttırır.
Böylelikle insanın karşısına çıkan ve gelen şeylerin ne olduğunu anlamasına yarayan öncül analiz yetisi, bazen ölçümlemedeki denge noktasını kaybederek, –ağıza alınan yiyeceğin özelliğini tatmak suretiyle ile tam değerlendirmeden mideye gönderilmesi gibi- bütüncül kabul yapar ve duyusal işletim sistemine ait istikrarın bozulmasına neden olur.
Ve buna bağlı olarak, yapısal nitelikleri ile insan varlığında işlevsel yükümlülük verilmiş olan hislerin sahip oldukları kabiliyetler görev terkiyle zaafa uğratılırsa, ciddi sermaye yitirimleri meydana getirir.
Ve bazen insanın kendi isteği ile girdiği bir yoldan, geri dönme arzusuna cevap vermesi gereken iradesi bu dejenerasyondan dolayı kontrolünden çıkar. Gitmek elinde olsa da dönmek elinde olmaz.
İnsani asli formundan uzaklaştıran bu etkileşimler ve etkileşime bağlı deformasyonlar, benimseme ve gönüllü kabul edilmişlik ile insanın dayanıklılığını kırarak donanımsal yapısını istilaya uğratır.
Olumsuz bir şeyi bulunduğu yerden uzaklaştırmakta en önemli engel –yukarıda söz edildiği gibi- ona karşı duyulan rıza hissidir. Bu his başta söylediğimiz kolay erişime ilişmiş, emek ve ciddiyet isteyen gerçeğe ulaşmanın önüne çekilmiş bir perde ve kısa ömürlü bir evreden ibarettir.
Evet, insanın yapısında hayali bir güçlülük iddiası olsa da hakikatinde; zaaf, zayıflık, güçsüzlük ve yoksunluk hâkimdir.
Ancak tüm kırılganlıkların onarımsal bir karşılığı ve besleyici kaynağı bulunmaktadır. Yani insan totalde kendi noksanlıklarını giderecek yönelim ve arayışlar ile varoluşsal yeteneklerini geliştirmek için dünyaya gönderilmiş bir seyyahtır.
Bu yaratılış plan ve proje ekseninden çıkmak, çatışmanın ortasına düşmek, her şeye karşı yabancı olmak, bir anlamda kaybolmak, karmaşık yollara girmek gibi kaotik bir atmosferde nefes almaya çalışmak demektir.
Çünkü tüm tasarım ve işleyişin yazılımı söz konusu dokuya tanımlanmıştır. Dolayısıyla yaşamın sistemli işletim gerçeği tarafından ret edilmemek için, varoluşsal konum tespiti ve uygulama gereklerinin yapılması -hayat kalitesi özelinde- önemli bir değere sahiptir.
“ Ve bu bağlamda her şey basit, sade, kolay, tümsel tekliğe sahip, anlaşılır ve kavrayışı geliştirilebilir ölçüdedir. Zorluklar tahripler sonrasında oluşur ve çok parçacılıklar kırılma ve yıpranma ile gerçekleşir. Bütünselliğin sahip olduğu bileşen kanıt anlamsallığı, dağılma ile hücresel tanımlama gerekliliğini mecbur kılar. Örnek puzzle oyunları …
Birçok aristokratik bireysellik türevi felsefe ve muharref dogmatik öğreti, ortaçağ anlatıları ve pozitivizm ışığını yitirmiş görüş ve iddialar, söz konusu tümsel dokunun bozulmasından meydana gelen zorlayıcı nedenden kaynaklanmaktadır.
Unutulmamalıdır ki, yapısal formu korumak, onarım süreçlerini uygulamaktan çok daha kolaydır.”
Evet, insanın güçlendirilmemiş doğal kırılgan yapısı ve desteklenmemiş yapısal dayanıksızlığı; popüler kültürün spekülatif üretimi ile meydana getirdiği öncül davetlerin ve bir çeşit mistik ve bilinmezlik ilginçliği ile şekillenmiş literatür içeren sıra dışı arzların talep oluşturan çekiciliğine direnemez.
Bununla birlikte öğreti ve eğitim ile bilinç değeri oluşmamış bir tercih yetisi ve sağduyu refleksi, dayatılan önermelere yönelik sağlama yapamayacağından, güdüsel karşılama doğal tepkimesi ile yapay iradeye sahip bir varlık iddiasını öne sürecektir. Böylelikle birçok yanlış, yanlı, kötü niyetli, sapkın, subliminal, doğrusallığı ölçümlenemeyen etkileşimlerin bağımlılık oluşturan baskısının altına girmiş olacaktır.
Söz konusu etki altına girmek durumu:
Bazen bir bakış,
Bazen bir nefes,
Bazen bir yudum,
Bazen bir lokma,
Bazen sadece bir dokunuş ile gerçekleşebilir. Çünkü insanda –eğer gerekli eğitim ve bilginlik birikimi oluşmaz ise – yapılan önermelere itaat karşılığı verecek, savunmasız yönelim ve uygulama eğilimi bulunmaktadır.
Oysa bu kadar olumsuz gelişmeyi ve sonucu, yanlış beslenme ile duyusal ölümü gerçekleşmemiş bir kalp ve ayrıştırıcı yapısallığı aktif olan bir akıl engelleyebilir.
Örneğin,
Sağlıklı bir kalp:
Kendisine uygun olmayan bir şeyi sıkıntı diliyle haber verir,
Zarar göreceği bir şeyden çekincesini yürek çarpıntısı şeklinde gösterir,
Değer eşiğine yakışmayan tüm sızma girişimlerine karşı güvensizlik hissi ile direnir,
Yapmacık ve ikiyüzlü yaklaşımlardan, tedirginlik duygusu ile uzaklaşır,
Aldatıcı girişimlerden doğması muhtemel hilelere yönelik bütün duyu sistemini telaşlı bir şekilde uyarır…
Yine sağlıklı bir kalp:
Samimiyeti hisseder,
Alçak gönüllülüğe karşı farkındalığı vardır,
Kötü amaca sahip olmayan tüm yönelişleri tatmin olmuş bir sezi ile kabul eder,
Kendinde yer bulan bir kalpte o da kendine bir yer bulur,
Güzel şeylerden sevinç ve esin duyar,
Anlamlı şeyler ile beslenir,
Hakikatin rengi ile renklenir,
Sonsuz olana ve sonsuzluğa yapılan davetlere iştiyakla yönelir.
Huzur iklimini doğası gereği bilir,
Çünkü oluşumu o mevsimin barındırdığı manevi elementeler ile gerçekleşmiştir.
Ve bilinçsel olgunluğa erişmiş bir akıl, aynı bedenin ruhsal içeriğinde bulunan manevi kalbi ve ona bağlı olan duyularını doğru tercihlerle sorumlu ve sorunlu yorgunluklardan kurtarabilir.
Evet, insanın zan kalıpları her şeyi göründüğü gibi değerlendirme eğilimindedir. Bu peşin ele alış ve sınıflandırma ile gerçekleşen duyusal ve de düşünsel istif, varoluşun gerçek prospektüsüne göre yapılmadığından yıkımlar ve bozulmalar oluşur. Zararlı organizmalar ürer ve tüm yapısal niteliği rahatsız eder.
Oysa hakikatin öz varlığında bir asliyet yitirimi olmaz. Tasarım zarfında olan değişim gerçeğin bilinmek bildirimleridir.
Yine hakikate ait hiçbir değer, zıddı olan değersizlikle yer değiştirmez.
Bu bağlamda olan tüm güzellikler, çirkinliğe dönüşmez.
Görüş açısına giren her şey, kendi anlamını ifade ettikten sonra başka bir hayat formuna geçer ve yerini yeni gelecek olan mana gezginlerine bırakıp gizlenir.
Bu nedenle her gerçekleşen ve durağanlık mazereti oluşturan olayların hakikatini anlamak için doğru iz sürülmesi gerekmektedir.
Ayrıca, her taraftan kuşatılmışlık kanısına varılan mevcut durumun sadece yılgınlık duygusundan güç aldığı bilinmelidir.
Bununla birlikte, zanların dışında var olan gerçek dünyanın, sanıların dayatma kanaatleriyle pekiştirmeye çalıştığı dünyadan daha geniş ve güzel olduğu düşünülmelidir.
Evet, esaret her koşulda kendisinden kurtulunması lazım gereken ve yaratışsal özgürlüğün kabul etmediği onursal bir karşı duruş durumdur.
Çünkü insan söz konusu tutukluluk halinin sona ermesi ile üzerinde taşıdığı niteliği yerli yerinde kullanabilecek düşünsel ve eylemsel sağlığa erişebilir. Ve böylelikle varoluş programına göre bir hayat yaşayabilir.
Doğru bakış acısana sahip, ilke, amaç ve hedef bağlamında alacağı aksiyon ile yaşamsal aidiyet duygusunu kendinde pekiştirebilir.
Basit arzu ve isteklere boyun eğmemek ile gerçek gereksinimlerin verimlilik döngüsüne ulaşabilir.
Ve hakiki insan olabilmek tüm özellik bileşenlerinin uyumlu aktivasyonu ile mümkündür.
Evet, insan ömrü gayet sınırlı iki zaman aralığında yaşanır.
Ve insanın yetkinlik dairesinden geçen yıllara ait yaşanmışlıkların hatırası dışında hiç bir şey kalmaz.
Ve mizaç ve eğilimlerle deneyimlenen her şey insanın dünyasında bir izlek bırakır.
Ve yaşamdan arta kalan birikimler sonucun niteliğin belirleyen verilere sahiptir.
Bu bağlamda insan her şeyin en doğrusunu yaşama ve en güzelini tercih etmeye karşı yaratışı itibariyle sorumludur.
Özetle:
İnsan gerek harici gerekse içsel faktörlerin etkinliğine göre çeşitli bağlılık ve bağımlılıklar yaşar. Söz konusu bağlılık ve bağımlılıkların pozitif olanları, yaşam kaynağı ve bir tutunma anlam gereğini sağladığı gibi, negatif olanlar ile ortaya çıkan düşkünlükler ise, bir pasiflik ve tutukluluk hali meydana getirirler.
Her iki koşulda da aktif ve sorumlu olan, kullanma şekline göre çıktı veren insanın aklıdır. Dolayısıyla gerek mahkûmiyet gerek özgürlük gibi sonuçlar genel itibariyle iradidir. İstemsiz gerçekleşen tüm etkin olaylar ise, içinde insanın bir görevi veya hayat dersi bulunan GEÇİCİ hadise türlerindendir.
Bu nedenle insan öncelikli olarak gönüllü tutukluluğu devam ettiren peşin hazlar ve alışkanlıklara ait öncül tercih sebeplerine yönelik eğilimlerin esaretinden kurtulmalıdır. Böylelikle içsel ve iradi özgürlüğünü kazanmış bir birey dış etmenlerin baskısını kolaylıkla kırabilir.
Evet, insan kendi kendine gerçekleştirdiği gönüllü gözaltı sürecini, fayda- zarar, verimlilik -akamet, üretim-tüketim gibi artı eksi değerlendirmelerle akılcıl karşılaştırmalar yaparak sonlandırmalıdır.
Hayatın hakikati, yaşamın içerdiği konjonktür, kazanım ve kayıplara yönelik bilgi ve bilinç sahip olmak yolunda sergilenecek efor, insanı kendi hakikatine eriştirecek enerji ve sinerjiye sahiptir.
İnsanın için yaşam hareket planında en değerli olgu, varoluş hedefi ve sonuçları uğruna vereceği amaçsal bedellerdir.
Murat Safitürk