Gerçek inanç anlam itibariyle teklif edilen önermeyi akıl yoluyla doğrulanabilir görüp onaylama eylemidir.
İddia ettiği ve sunduğu içeriğin ilmi bir karşılığı bulunmayan şeyleri duygusal olarak kabul etmek geleneksel ritüellerin benimsenmesi anlamına gelir.
Bu durum bir inanç olarak değil, örfi bağlılıktır. Dolayısıyla motivasyonu kişinin yönelimin derecesine göre etki meydana getiren, kişinin kendi kendine kurduğu duygusal bir diyalogdur.
Bu bireysel etkileşim aynı konjonktürde kitlesel etkileşime neden olabilse de ilmi delil içermediğinden hayata uygulanabilir değerlerle onarıcı ve bütünleyici katkı sağlayamaz.
Bu nedenle de insanlar şüphe içine girerek inanç diye adlandırdıkları bağlılıklarını terk ederler.
Bu bağlamda doğru olan onamanın karşılığı, kişinin onayladığı gerçeklik tarafından onaylanmasıdır. Bu karşılıklı onay süreçlerin en belirgin göstergesi, değerlendiren ve değerlendirilen şeylerin çelişkisiz bir şekilde anlam uyumunun olmasıdır.
Eğer inanç değerleri kişinin inandığı şekli tasdik etmiyor ve oluşan tatmin beklentisine yeterli gelmiyorsa bu durum; gerek inanç öğeleri gerek konuyu kavrama biçimi olarak bazı şeylerin eksik olduğu anlamına gelir.
Dolayısıyla ortaya çıkan boşluk ve endişe, inanıldığı iddia edilen ve değer olarak benimsenen olguların korunmasına yönelik bir savunma hattı oluşturur.
Oysa insan kendinde hissettiği acizlik ve zayıflık nedenlerine yönelik ihtiyacı giderebilmek için üstün bir gücün varlığını kabul etme eğilimindedir. Yani tanrı olarak ilan edilen bir egemen gücün yarattıkları tarafından korunmaya muhtaç olması bir handikaptır. Dolayısıyla tanrıyı korumak aslında inancı tehdit eden şüphe unsurlarına karşı kendini korumak için alınan bir tavırdır.
Ve bu savunma durumu beşeri olarak oluşturulduğundan semavi ve kutsal etkiye sahip olmadığından, hattın beslenmesi için yine beşeri lojistik gerekir. Bu bağlamda lojistik sağlayan unsurlar genellikle hurafelerdir.
Bu bağlamda ortaya çıkan sonuca göre, inanan ve inanılan arasında bir koordinasyon kopukluğu bulunmaktadır.
Bu kopukluğa sebep olan zayıf noktanın tespit edilmesi, inanca dair hakikati ve sistemsel akışın temin edilebilmesi için çok önemlidir.
Dolayısıyla ilmi ölçülerle zihinsel bir Check-up kaçınılmazdır.
Bu Check-up ile tahlil edilmesi gereken en temel değerler şunlardır:
- İnanılan şeye hangi koşulda ve hangi nedenlerle inanıldığı,
- Güven unsurlarının karşılığı olup olmadığı,
- İnanan ve inanılan arasında kalıcı ve özel bir durumun bulunup bulunmadığıdır.
Yani inanılan şeyden daha önemli olan inancın nasıl oluştuğu ve bu inanç, kabul etme ve onaylama karşılığında zihinsel ve ruhsal beklentinin karşılanıp, karşılanmadığının görülmesidir.
Yoksa kendi kendi ile bir konuşmaktan ibaret olan, hiçbir onay emaresi bulunmayan ve somut çıktı ve soyut tatmin duyguları olmayan inançlar farazidir, fantastiktir, fantezidir.
Bununla birlikte inanç insanın varlık sahasını ve var oluşla ilgili geçmiş ve gelecek zamanlara ait olan ilgi alanını içine alması ve sonsuzluğa uzanan çizgisiyle, insanın içine doğan ve aklına gelen her soruya ikna edici cevap verebilmesi gereklidir.
Çünkü yaratıcı bir gücün varlığı, yaratılan arasında iletişim ve etkileşimi zorunlu kıldığından bir anlam prospektüsü temel şartlardandır..
Bu anlam kılavuzunun içeriğinde insanlık tarihinin gelişimi ile birlikte gerekli inovasyon ve çıktılara sahip güncel değerler olmalıdır.
İnsanların inançları bağlamında bu kadar karmaşık bir yapıya sahip olması, inanca dair gelişim evresini tamamlayamayarak ilkel ölçülerle dini yaşamaya devam etme çabalarıdır diyebiliriz.
Belki bir yanlış anlama, akışı yanlış okumalar, kolaycı yaklaşım, milli hisler, değişimi kabul etmeme, geçişleri problem görme, alışkanlıkları terk etmeme, çekememezlik, intikam duyguları, hâkimiyet sahası oluşturma gibi birçok neden din bağlamında olgunlaşma dönüşümlerini idrak etmeyi engellemiştir.
Eğer gerçeklik bu olmasa isi, tanrının çelişkiler içinde, her kavme başka bir şey teklif edip, süreçleri yönetemediği algısına kapılmak olasıdır.
Ancak bu durumu hem yaratılışa ait tüm var oluş argümanları hem de mantık reddeder. Çünkü yönetim ve icatta bir zaafın olmaması, her varlığın sanatlı yaratılışı ve tüm ihtiyaçlarının tamamen ona uygun karşılanışı, estetik ve dikkatin kuşatıcılığı, ortaya çıkartılan birçok eser, eser sahibinin işini gayet iyi yaptığını, kendine düşen yaşatma koşullarını gayet iyi yönettiğini, her işinde akıl sahiplerini hayran bırakan bir sanat ve taklit edilemez bir yetenek bulunması ikircikli bir kurguyu kabul etmez.
Dolayısıyla insanların din konusundaki anlayışlarının intikal problemi olduğu anlaşılmaktadır.
Örneğin, her bir dönem elçisinin getirdiği mesaj, bir önceki dönem insanları tarafından eleştirilmiş ve yeni davete geçiş gerçekleşmemiştir. Savaşlara varan birçok hadise meydana gelmiştir. Hatta bazı elçilerin kavimlerince sürgün edildiği, öldürüldüğü, çeşitli işkencelere maruz bırakıldığı bilinmektedir.
Demek ki yukarıda ifade edildiği gibi, intikalin gerekliliği mesajdaki inovatif gerçeklik ve davetin niteliği genel olarak idrak edilmemiştir.
Böylelikle, değişime ve intikale geçilmeyen dinlerin kaynak beslenmesi kesilmiş ve mevcut olan birikime göre yaşanılmaya devam edilmek istenmiştir.
Oysa zamanın gelişimi ve ihtiyaçlarının bu gelişime göre şekillenmesi manevi yeterliliği karşılayamadığından, anlam ve kavram türetme, Pazar etkinliğini kaybetmeme adına birçok uydurma kurallar oluşturulmuştur. Ve psikolojik etki sağlayacak metafizik öğretiler, inançta esas olan aklın hâkimiyeti baskılayarak, sadece boyun eğilmesini salık vermiştir.
Böylelikle çaresiz bir bağlılık ve geleneksel ritüellere sahip bir yanlılık din olarak algılanmaya devam etmektedir.
Oysa yukarıda da söz edildiği gibi din Tanrı buyruğu ile ortaya çıkan yaşamsal kurallar bütünlüğü ile bir niteliğe sahip ise ve doğru algılanıp prensipleri doğru bir şekilde uygulanıyorsa kendisine tabi olanları mutlu etmelidir.
Eğer bu mutluluk durumu hem bireysel anlamda hem de toplumsal anlamda gerçekleşmiyorsa ve çatışmalar insan hayatını tehdit edecek bir boyuta geliyorsa ve inanç tümüyle sıradanlaşıyorsa bir şeylerin yanlış anlaşıldığı bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır.
Diğer bir açıdan tüm insanların iyiliğin ne olduğunu bilmesi,
Sevgi ev saygıya ait değerlerin ortaklığı,
Psikolojik ve sosyal tepkilerin ortalama değerlerle aynı olaylara karşı bir birine benzer olması,
Kaygı, güven, huzur, endişe, korku, telaş, heyecan gibi duyguların özdeşliği ciddi anlamda bir ortak nokta dayanışması, uygar ilişkiler, dayanışma, yardımlaşma, paylaşım, olumlu iletişim ve etkileşimler meydana getirmesi gerekirken, çıkar çatışmalarına ve üstünlük kavgalarına dönüşüyorsa büyük bir yanlış anlama ya da başkaldırma var demektir.
Everende var olan düzen ve işletim sisteminde olan denge ve yaratılışta olan nitelik ve idarede olan ahenk tek tanrı varlığının onamaktadır.
Eğer başka tanrılar bulunsa idi her biri kendi yönetim erkini ispat etme, yarattıklarına imtiyazlı davranma isteği ile çatışmaya neden olacak ve tanrılık boyutunda hiyerarşik bir düzen kabul edilmeyecektir.
Ve insanlarda bütün unsurları ile evrenin tanrı savaşlarına şahit olacak belki o kaosun altında yok olacaktı. İfade edildiği gibi böyle bir durumun olmadığını, her şeyin her şeyle bağlı olması ilkesi ile anlıyoruz. Yani tarla kimin ise içindekilerde onundur ve tasarruf hakkı tarla sahibinindir.
Bununla birlikte gerek semavi olarak bilinen dinler gerekse türetme dinlerin temel doktrini erdemdir.
Yalancılar, kibirliler, haksız yere bir canlıyı öldürenler, kaba ve kırıcı insanlar, narsistler, merhametsizler, çıkarcılar, iki yüzlüler , hile yapanlar , cimriler , müsrifler, zevk düşkünleri sevilmezler.
Doğru olanlar ve doğruluk üzerine yaşayanlar, saygın ve mütevazı olanlar, cömert ve başkalarının haklarını kendi hakları gibi koruyanlar, zarar vermekten çekinenler, tüm canlılara karşı şefkat taşıyanlar, yapmacık davranmayanlar, içten ve sevgi dolu olanlar ise sevililer.
Söz konusu iyi ve kötü ahlak yapıları din tarafından belirlenmiştir. Felsefe gerek eleştirel gerekse varsayımlar bağlamında tüm öğretilerinde din referanslıdır. Çünkü var oluşa ait anlam arayışının kaynağı dindir. Eğer felsefe bu bağlamda bir iddia da bulunuyorsa bu özgün gerçeklik adına yapılan dolaylı bir hile girişimidir.
Evrende olan her varlık tanımlanmış doğal bir gerçekliğe sahiptir. Hiç kimse yoktan bir şey meydana getirip ona bir nitelik tanımı yapamaz. Ancak var olanın keşfi ile ortaya çıkana isim babası olmak ve tartışmalı anlam yüklemesini başlatmaktır.
Evet, madem erdemler toplamı ve ahlaki ilkeler bağlamında uyum ve barış din temelli ise bu ilkeleri bir kenara bırakıp, evrensel barış algısını yerel seviyeye indirmek, düşmanlıklar türetip yeryüzüne yaşanmaz hale getirmek insan iradesinin, olumsuz etkileşim ve algısal tepki yoluyla meydana getirdiği bozgunculuktan ibarettir.
Ve insanların dinleri onlara bağlı olduklarını iddia edenlerin üzerinden değerlendirilerek suçlanırsa bu haksızlıktır.
Dinler arasında her ne kadar intikal ve geçişler tamamlanmadıysa da yukarıda söz edilen ortak özellikleri ve uzlaşmaya dair ortak noktaları çoktur.
Asıl problem insanların algı ve yorumlarından, olgunlaşmamış isyankâr duygular ile savunma hattı oluşturmalarından kaynaklanmaktadır.
Yani suç dinlerde değil, onları çeşitli kaygı ve çıkarlar doğrultusunda insanların aleyhinde yorumlayanlardadır. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi semavi veya türetilmiş tüm dinler yaşama değer katma ve erdem üzerinde tesis olmuştur. Yine bununla birlikte dinler adına yapılan çatışmalarda birçok siyasi neden ve savunmayı zorunlu kılan şartlar ayrıca incelenmelidir.
Özetle, tanrı yarattıkları arasında bir çatışma meydana getirmek için senaryo hazırlamış değildir. İnsanları çeşitliliği, coğrafya ve coğrafyalara ait tüm nesnesel ve kültürel oluşumlar, insanlar için pozitif etkileşim amaçlı var edilmişlerdir.
Bir elmaya baktığınızda onun var oluş amacının ne olduğu, sütünden faydalandığınız bir hayvanın neye hizmet ettiği ve tüm unsurlarıyla gıda ve tabiata aişt güzelliklerin insanların bütününün yaraına var edildiği gerçeği izlenmektedir.
Böyle bir ahenk ve estetikten çatışma türetmek , kaynakları varlık amacının dışında kullanmak için savaşlar meydana getirmek, saçma sapan fantastik kurgularla hayaletler yaratıp gölgelerinden gitmenin bilinçle izah edilebilir bir yanı yoktur.
Kısaca tüm varlıkları olduğu yerde içerik ve nitelikleri ile ele aldığınızda bu yerleşimde olan planın harika olduğunu görürüsünüz.
Ve insanlar uygarlığa ait ,sanat,ziraat, ticaret gibi değerlerle iletişim ve etkileşim içinde olarak bir birlerinin ihtiyaçlarını uygarca karşılamak için iş bölümü yapmış olsalar herkes hem hayatlarından hem de bulunduğu coğrafyadan ,yeni insanlar tanımaktan mutlu olur.
Bu nedenle inanç eğilimli olup, din yoluyla Tanrının ilgisini üzerine çekmek isteyenler; üzerine insan kokusu sinmiş, mantık ve muhakemeden uzaklaşmış, eylem ve vaat tutarlılığını yitirmiş, huzur ve barışı temin etmeyen, kalplere güven ve akıllara hakikat ışığı vermeyen, soruları cevapsız bırakıp insanları kör bir onamaya davet eden tüm önerme ve tekliflerden uzak durmalıdır.
Eğer bir yaratılış söz konusu ise ve birisi bunu iddia ediyor ve delillerini ortaya koyuyor, yönetim erkini ilan ediyor ve sahipliliğini gösteriyorsa, kendisini bildirebilecek özelliğe sahiptir.
Bu bağlamda insanın var oluşundan başlayan bu güne kadar gelen süreçte Tanrının izini doğru takip etmek gerekmektedir.
Eğer bu iz doğru ve bilinçli takip edilemez ise, herkes kendi içinde tanrısını bir anlamda putunu yaratıp kendi başına bela eder.
Belki de günümüzün inanç bağlamındaki en büyük çatışması, sanrı, ön yargı, taassup, bilgisizlik, geleneksel bağnazlık yoluyla zihinde oluşan bireysel tanrıların çıkar arenasında çarpıştırılmasıdır.
Oysa evreni bilinmek için yarattığı her şeyi ile belli olan egemen gücü tanımak ve hayat ve ölüm çizgisinde var olan döngüsel amacı anlamak için, neden, niçin sorularını ona sormak yeterli olacaktır.
Evet, lahuti olmayan sözler beşeridir.
Kendini ifade etmekten aciz olan iddialar ilahi olamaz.
Yol göstermeyen ve genelin mutluluk ve güven ihtiyacını karşılayamayan vaatler Tanrıya ait değildir.
Yazı girişinde inancın, tasdik edilebilir bir olgunun şahit olunan gerçekliğinin onaylanması anlamı ifade edilmiştir.
Yine ifade edildiği gibi bu bağlamda ki bir inanç, faraziyat, fantastik ve fantezi önermelerden arınmış bir hakikatin hissedilip; yaratılış ait amaç ve hedef bütünlüğü ile birlikte görülerek, akıl ve kalp bütünlüğü ortaklığında onanmasıdır.
Eğer inanç diye iddia edilen bağlılık, temelsiz ve delilsiz bir şekilde oluşmuş ve insanın duygu ve bilincine anlamlı bir karşılık vermiyorsa, bu bir inanç değil bir ihtimaller olgusunun insanın anlam arayışına yönelik oluşturduğu sanal bir teselli dayatmasıdır.
Dipnot:
Tüm din karşıtı oluşumlar, tanrının yokluk fikrinden değil, egemen güç olarak kabul edilmemesi veya sahip olduğu özellikler ile kavranamaması nedeniyledir.
Ve din adına meydana getirilen çatışma ve çelişkiler;
İnsanoğlunun gelişim süreçleri ve yeryüzü faaliyetleri ile ilgili olarak tanrı tarafından hazırlanmış iş ve zaman planında belirlenen manevi ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçlara bağlı tedarik yöntemleri ve yaratılış projesinin metafizik niteliğinin sürdürebilirliği ile ilgili amaç ve hedef bileşenlerine ait uygulama esaslarını idrak edememe probleminden kaynaklanmaktadır.
Son söz,
Aklın prensipleri, rivayetlerin önermelerinden daha değerlidir.
Safitürk Murat
muratsafiturk@gmail.com